Türk Tarihindeki Önemi:
Türk sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak kabul edenler Göktürklerdir. Böylece devleti ifade etmesi bakımından siyasî bir anlamı olan Türk kelimesi bu sayede bütün bir milletin adı olmuştur.
Efsaneler ve Ergenekon Destanı'na göre Türklerin tarih sahnesine çıkışı... Göktürklerin "Kurttan Türeyiş"lerine dair Çin kaynaklarında da geçen üç efsane vardır. (Çinliler, bu efsanelerin hemen hemen aynısını M.Ö. 119'da Hunlar tarafından büyük bir yenilgiye uğratılan Wu-sunlar için değiştirip, kendilerine yontma çabasındalar veya Türk Efsanelerini bozmaya... ) Efsaneye göre Hunlar bir taarruz neticesinde Wu-sun kralını öldürmüş, onun oğlu Kun-mo küçük olduğu için Hun hükümdarı ona kıyamamış ve çöle atılmasını emretmiş. Küçük Kun-mo dişi bir kurt tarafından emzirilmiş ve bu olayı uzaktan seyreden Hun hükümdarı, çocuğun kutsal biri olduğuna inanarak, büyüdüğünde onu Wu-sunların kralı yapmış, içinden Göktürkleri de çıkaran, Çinlilerin Kao-çı (Yüksek Tekerlekli Arabalılar) ve T'ieh-li (Tölös) dedikleri, Orhun nehrinden Volga kıyılarına kadar geniş bir alana yayılan bu güçlü Türk kavimler topluluğu için de "kurttan türeyiş" efsanesi aynı motifi işler. Çin'deki Toba sülalesi devri kaynaklarında efsane özetle şöyle anlatılır:
Kao-çı kağanının çok akıllı iki kızı varmış. Öyle iyi kalpli ve akıllılarmış ki, babaları onların ancak tanrı ile evlenebileceklerini düşünerek, kızlarını bir tepeye götürmüş. Ancak tepeye ne tanrı gelmiş ne de onlarla evlenmiş. Kızlar burada beklerken ihtiyar bir erkek kurt tepede dolaşmaya başlamış. Küçük kız, kardeşine bu kurdun tanrının kendisi olduğunu söyleyerek tepeden inmiş ve kurtla evlenmiş. Bu suretle Kao-çı halkı bu kız ve kurttan türemiş.".
Bu efsanelerin tekamül etmiş şekli, tarihî realiteye de uygun olarak, Göktürk efsanelerinde ve Ergenekon Destanı'nda görülür. M.S.570'te ortaya çıkan Çin'deki Sui Sülâlesi devrinde Göktürklerle yakın münasebet kuran Çinliler, Türklerden öğrendikleri efsaneyi tarih yıllıklarında not etmişlerdir. Efsane şöyledir:
"... (Göktürklerin) ilk ataları Hsi-Hai, yani Batı Denizi'nin kıyılarında oturuyorlardı. Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, büyüklü-küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi. Yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi. Çocuğu yaralı vaziyette büyük bataklığın içindeki otlar arasına atmışlardı. Bu sırada dişi bir kurt peydah olmuş ve ona her gün et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. (az zaman sonra) çocukla kurt, karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı. (Türklerin eski düşmanı Lin devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen kendi adamlarını göndererek, hem çocuğu hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı. Buradan kaçan kurt, Batı Denizi'nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch'ang (Turfan)'ın kuzey-batısında bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı. (Kurt) hemen bu mağaranın içine girmişti. Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştan başa ot ve çayırlıklarla kaplı idi. Ovanın çevresi de 200 milden fazla idi. Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk Devleti'ni kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu."
Efsanede Türklerin yaşadığı ve göç ettiği yer olarak gösterilen Batı denizi, kimi tarihçilere göre Turfan'ın kuzey batısında yer alan Balkaş gölü veya Aral, hatta Hazar iken kimi tarihçilere göre de Işık göldür. Işık göl ve civarı, Kırgızların millî destan kahramanı olan Manas'ın da yaşadığı bir bölgedir. Ancak burada önemli olan kaynak efsanenin, Göktürklerin " Ergenekon Destanı"nın ilk şekli olmasıdır. Bütün Türk boylarında derin izler bırakan bu destan, içinde tarihî olayları barındırması bakımından da dikkate değerdir.
Ergenekon Destanı özetle şöyledir:
"Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler. Türkler çadırlarını, sürülerinin bir yere topladılar. Çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular, Göktürkler üstün geldi.
Düşman, Türkleri er meydanında yenemeyeceklerini anladığından hileye başvurdu ve Göktürkleri gafil avlayıp, çadırlarını bastı. Büyük bir katliam yaptılar.. İl Han'ın küçük oğlu Kayan (Kıyan) ve yeğeni Tukuz (Negüz) kadınlarıyla birlikte düşmanın elinden kaçtılar ve onların bulamayacağı bir yere, "Ergenekon"a (Sarp Dağ Beli) geldiler. Burası geçit vermez, sarp dağlarla çevrili orta yeri düz, verimli bir ova idi.
Burada bir müddet sonra nüfusları gittikçe çoğaldı. Birbirlerine akraba, ayrı ayrı "oba"lar oluşturdular. Nihayet dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri Ergenekon'a sığamaz oldu.
Kurultay toplayıp, Ergenekon'dan çıkma kararına vardılar. Çıkış için tek bir geçit vardı, fakat burası da demirdendi. Bir demirci ustasının fikriyle demir dağ büyük bir ateş yakılıp, devasa körüklerle harlandırılarak eritildi. Nihayet, Börteçene (Bozkurt) adlı bir başbuğun liderliğinde, Türkler Ergenekon'dan çıkıp bütün dünyaya yayıldılar."
Özetlenen bu destan, İlhanlı tarihçisi Reşideddin tarafından nakledilirken, araya Moğollar da serpiştirilerek, büyük ölçüde tahrif edilmiştir. Ancak destanda geçen motifler ve çağrıştırdıkları olaylar, destanın Göktürklere ait temel efsanelerinin tekamül etmiş hâli olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Börteçene, Göktürklerin soylarını dayandırdıkları Asena gibi mübarek ve yol gösteren bir kurttur. Hun birliği dağıldıktan sonra, destanın girişinde belirtildiği gibi, Türkler Altay dağları civarına çekilmişler ve bir müddet Juan-Juanlar'ın hâkimiyeti altında yaşamışlardır.
Demircilikte ileri giden Göktürkler, Juan-Juan hükümdarının "Sizler demircilikle uğraşan kölelerimsiniz" diye aşağılanmalarını hazmedemeyerek, onlara savaş açmışlar ve yaklaşık dört yüz yıl süren suskunluktan sonra, 545 yılında büyük bir zafer kazanarak istiklâllerinin temelini atmışlardır. Reşideddin'in de Camiü't-Tevarih'te yazdığı üzere, Ergenekon'dan çıkış, bir bayram olarak
kutlanmış, önce Türk kağanı, ardından beyler, bir parça demiri ateşe salıp kızdırdıktan sonra, örs üstünde çekiçleyerek, Ergenekon'u Türk an'anesinde canlı tutmuşlardır.
Göktürk hükümdarlık ailesi Asena soyundan gelmekteydi. Yukarıda ifade ettiğimiz efsanelere göre Asena soyu dişi bir kurttan türemişti ve bu inanış sebebiyle de Göktürk Devleti alâmeti, altından kurt başlı sancak olmuştur. Ergenekon efsanesi, Hun devletinin yıkılmasından sonra, Türklerin yaşadığı zorlukları anlatmaktadır. Dolayısıyla, tarihte yaşanmış olaylar, Göktürklerin, Hun devletinin bir devamı olarak ortaya çıktıklarının bir delilidir. Nitekim devlet yapılanmasının Hunlarla aynı olması da bu fikri kuvvetlendirir.